Başkan Ateş, TRT Avaz'ın Canlı Yayın Konuğu Oldu
Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş, TRT Avaz'da, Feridun Erdoğral'ın hazırlayıp sunduğu Balkan Gündemi programının canlı yayın konuğu oldu.
TRT Avaz'da canlı olarak yayınlanan Balkan Gündemi programında Feridun Erdoğral'ın sorularını cevaplandıran Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş, Enstitünün kuruluşundan bugüne kadarki sürece ilişkin bilgiler verdi. Enstitülerin bağlı oldukları devletlerin stratejilerine göre hareket ettiğini söyleyen Prof. Dr. Şeref Ateş, Yunus Emre Enstitüsünün de bağlı olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi gizli gündeminin olmadığını, Enstitünün gittiği ülkede Türk kültürünü tanıttığı kadar o ülkenin kültürünü de tanıttığını söyledi.
FERİDUN ERDOĞRAL: Anadolu irfanının sembol ismiyle faaliyet gösteren Yunus Emre Enstitüsü, 2009’dan bu yana Türkiye’yi, Türk dilini, sanatını ve kültürel mirasını tanıtıyor. 40 ülkede 50 merkeziyle faaliyet gösteren Enstitü, gönül coğrafyamız Balkanlar’da ise büyük bir ilgi görüyor. Bugün programda Yunus Emre Enstitüsünün faaliyetlerini ve misyonunu Enstitü Başkanı Sayın Prof. Dr. Şeref Ateş ile konuşacağız. İlk Önce genel bir bakış yapalım. Dünyada birçok devlet, enstitüleriyle dünyada faaliyet gösteriyor. Kültür enstitüleri ülkeler için neden önemli?
ŞEREF ATEŞ: Dünyada özellikle diplomasi, eskiden kapalı kapılar ardında yapılırdı. Anlaşmalar sonradan öğrenilirdi. Fakat zaman geçtikçe, halkın diplomasiye ve özellikle uluslararası ilişkilere ilgisi arttıkça, diplomasi biraz daha yumuşak bir türe dönüştü. Onun için literatürde de yumuşak güç olarak tanımlanan kültürel diplomasi, genellikle kültür enstitüleriyle gerçekleştirilir. Kültür enstitüleri, ülkelerin birçok yönden haklı olduklarını, doğrularını ve argümanlarını başka ülkelerde isteyerek, sevdirerek tanıtma anlamına geliyor. Bu anlamda kültürel diplomasi daha sivil, daha diplomatik ama aynı zamanda kültürü de kapsadığı için çok zor bir iş. Çünkü büyükelçiler, devlet adamları normal diplomasi yapar. Kültür diplomatları ise ülkenin haklılıklarını farklı yönlerle anlatırlar. Onun için de özellikle kültür enstrümanları dediğimiz sanat, edebiyat, söyleşi, panel, kitap, müzik gibi insanın duygusal zekâsına hitap eden etkinlikler gerçekleştirilir ve bu etkinliklerin neticesinde de o ülkelere bir yakınlık duyulur. Bizim kültür diplomasi anlayışımız British Council, Goethe Enstitüsü veya Servantes Enstitüsünden çok farklı. Onlar tamamen dış politik amaçlarına uygun bir şekilde gittikleri ülkede bu aygıtı kullanarak birbirlerine yakın toplumlar oluşturmaya çalışmışlardır. Biz ise çok daha genç bir kurumuz. Altıncı yılımızı doldurduk. Yunus Emre Enstitüsü, kurucu isminden de anlaşılacağı gibi insanlarla, toplumlarla tanış olmak için kurulmuş bir enstitüdür. “Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Dünya kimseye kalmaz.” demiş Yunus. Yani bizde olumlu ve pozitif bir şey var ise biz bunu size götürelim, sizde de insanlık için pozitif bir şey varsa onu da biz alalım şeklindedir. Çünkü yapılan faaliyetler genellikle başka devletlerle olan ilişkilerinde gerçek niyetlerini açıklamazlar fakat analistler yapılan işlerden sonra o devletlerin amaçlarını oradan okurlar. Biz 6 yıldır çalışma yaptığımız ülkelerde halklar görüyor ki bizim farklı bir gündemimiz yok. Sadece gittiğimiz ülkede insanlık için, onların yararına olabilecek neleri götürebiliriz? Türkçeyi ve Türk kültürünü tanıtarak, bizde artı değer olarak bilinen tarzları başka toplumlarla nasıl paylaşırız? Enstitümüz böyle bir diyalog ve ilişki için kurulmuştur. Bu anlamda Batılı benzer enstitülerden felsefî bir temel farkımız var. Onlar ise birçok ülkede genellikle ülkelerinin politikalarını izleyen, zayıf noktaları kaşıyarak faaliyet göstererek ülkeler arasında anlaşmazlıkların zeminini oluştururlar.
FERİDUN ERDOĞRAL: Bahsettiğiniz hususta örnek olarak British Council’ı gösterebilir miyiz? İngilizce her yerde kullanılan bir dil. Buradaki rolü nedir sizce?
ŞEREF ATEŞ: Direkt bir ithamda bulunmak doğru olmaz. Fakat yaptığı faaliyetlerden o ülkenin amaçlarını okuyabilirsiniz. Mesela en son Almanya’ya giden Can Dündar’ın açıklamasına baktığınızda çağrısının sonunda üç şey vardı: “Kadınlar, Aleviler ve Kürtler ayaklanın artık” çağrısı vardı. Şimdi Türkiye'de yapılan projelere baktığınızda -Avrupa Birliği projelerine- genellikle kadınlara ya da etnik gruplara yönelik projeler gerçekleştirilir. Uzun vadede baktığınızda bunun neticesinde Türkiye aleyhinde bir sonuç ortaya çıkar. Ama görüntüde kültür ve sanat vardır. Oysa biz gittiğimiz ülkede bizim kültürümüzü tanıttığımız kadar onların kültürünü de tanıtırız. Romanya'dan bir grubu Türkiye'ye getiriyoruz. Ya da Bosna-Hersek'ten bir sinema atölyesine destek veriyoruz. Ya da Makedonya'da başka bir faaliyete destek veriyoruz. Bu anlamda bizim örtülü, gizli bir faaliyetimiz yok. Bu aslında ülkelerin stratejileriyle ilgili. Çünkü Türkiye'nin öyle bir stratejisi yok. Tamamen paylaşımcı, kendisinde olan pozitif ne varsa onu başka ülkelerle paylaşmaya dayalı bir ilişki.
FERİDUN ERDOĞRAL: Yani Enstitülere ülkelerin stratejileri yön veriyor, doğru mu?
ŞEREF ATEŞ: Gayet tabii çünkü British Council nasıl Birleşik Krallık'ın bir enstitüsü ve bütçesini ondan alıyorsa, Geothe Enstitüsü nasıl Almanya Dışişleri Bakanlığınca destekleniyorsa, Yunus Emre Vakfı da bir kamu vakfıdır. Devlet tarafından 2009 yılında kurulmuştur. 2009 yılından beri ülkelerde kendi merkezlerini kurarak bir anlamda sivil bir şekilde, daha tarafsız, siyaset üstü ama Türk devletinin çıkarlarıyla örtüşen faaliyetler yapar. Bu gayet doğaldır. Ama gizli bir gündemi yoktur. Bu anlamda dünyada, uluslararası ilişkilerde güçlü olmak isteyen, kendi argümanlarını başka ülkelere aktarmak isteyen her ülke mutlaka kültür enstitüleri kurar bunun en güzel örneği de belki de Çinlilerin kurduğu Konfiçyüs Enstitüleridir. Onlar da özellikle olimpiyatlardan sonra bu enstitülerin önemini anlamışlardır. Çünkü Batı'da çok sayıda aleyhte propaganda çıkınca -insan hakları gibi konularda- biz o zaman ülkelere gidelim ve kendimizi anlatalım şeklinde bir yaklaşımla bu farklı bir strateji izleyerek üniversiteler bünyesinde Konfiçyüs Enstitüleri kurmaktalar.
FERİDUN ERDOĞRAL: Neden Yunus Emre ismi?
ŞEREF ATEŞ: Yunus Emre Enstitüsü tabi Türkiye’nin ortak değeri, ortak ismi. 2007’de kanun teklifi getirildiğinde oy birliğiyle Yunus Emre ismine karar verilmiş. Mevlâna ismide öne çıkmış fakat Mevlâna’nın Farsça yazması sebebiyle Yunus Emre’nin Türkçenin daha fazla ihmal edildiği dönemde yaşadığı hâlde şiirleri Türkçe okuması hasebiyle Yunus Emre isminde karar kılınmış. Ve hakikaten o günden bugüne, Türkiye’nin doğusundan batısına, farklı kültürel aidiyetlerine baktığında herkes için kabul gören bir isim. Bu isim tabi çoğu zaman karıştırılıyor 'Acaba Yunus Emre’yi araştıran ve onunla ilgili bir çalışma yapan bir kurum mu?' diye. Oysa Yunus Emre ismi sadece Türkiye’yi temsil ettiği için isim babası olarak nitelendirilebilir, tıpkı diğer Cervantes, Goethe gibi enstitülerin kendi ülkelerinin büyük aydınlarını, şairlerini vs. isim babası yaptıkları gibi. Yunus Emre Enstitüsü kuruluşundan bu yana hızlı bir şekilde özellikle balkanlarda yoğun bir ağ oluşturdu. Çünkü kültürel coğrafya açısından çok yabancı olduğumuz bir coğrafya değil. Büyük benzerlikler var. Ortak geçmişimiz, ortak mirasımız var. Balkanlardan Türkiye’ye göçler var. Türkiye den Balkanlara göçler var dolayısıyla tarih boyunca bir arada yaşamış ve muhtelif siyasi sebeplerle ayrılmış iki yada çok farklı toplumların yeniden birbirleriyle buluşması karşılaşması ve tanışması diyebiliriz. Onun için biz Balkanlar’da çok hızlı bir şekilde teşkilatlandık. 2009'da önce Saraybosna’da açtık. İkinci Enstitümüzü Tiran’da açtık. Şu anda 10'dan fazla Enstitüyle faaliyetlerimizi devam ettiriyoruz.
FERİDUN ERDOĞRAL: 550 yıllık bir hakimiyet söz konusu Balkanlarda. Oolayısıyla orada Osmanlı izleri ve eserleri var. Türkiye'nin Balkanlara Balkanların Türkiye’ye bakan yönü gerçekten o noktada önemli. YEE olarak misyonunuzdan bahsettik faaliyetlerinizden de bahseder misiniz?
ŞEREF ATEŞ: Çok yoğun faaliyetlerde bulunuyoruz çünkü gecikmiş bir faaliyet, uzun zamandan beri beklenilen bir yapı. Onun içinde çok ciddi bir yankı buluyor. Makedonya'da, Bosna-Hersek’te, Macaristan’da hatta Sırbistan’da bile özellikle Türkçe eğitimine çok yoğun bir ilgi var. Açtığımız kurslar sürekli doluyor. Sadece Türkçe eğitimi değil oradaki insanlara misyonumuz gereği el sanatlarından tutun da Türkiye ile irtibatlı her türlü projede destek oluyoruz. Bu onlar içinde büyük bir katkı. Tercihim Türkçe adında bir proje gerçekleştirdik. Orta dereceli okullarda Türkçenin 2. yabancı dil olarak okutulması için okullarla iş birliği yaptık ve bu okullarda sadece Türkçe öğretmiyoruz aynı zamanda o okulları Millî Eğitim Bakanlığımızın desteğiyle Türkiye’deki okullarla kardeş okul yapıyoruz. Bu sayede ciddi oranda özellikle İstanbul’dan Bosna-Hersek, Makedonya, Arnavutluk başta olmak üzere bütün Balkan ülkelerine bir ilgi var. O nedenle birçok sivil toplum kuruluşu, il milli eğitim müdürlüğü, devlet kurumları bu ilişkileri destekliyor.
FERİDUN ERDOĞRAL: Geçmişe nazaran bu ilgiyi kıyaslayacak olursak nasıl bir gelişme sürecinde şu anda?
ŞEREF ATEŞ: Çok hızlı bir gelişim trendi var. Sadece Saraybosna'da 10 bine yakın öğrenci orta dereceli okullarda Türkçeyi ikinci yabancı dil eğitimi olarak alıyor. Bu tabii asırlardır çalışılan Almanca, İngilizce gibi çok daha yaygın olan dillerin yanında ciddi bir rekabet unsuru oluşturuyor. Bunun sebebi insanların özellikle Türkiye'ye duydukları ilgi ve yakınlık. Çünkü oralarda biz gittiğimiz ülkede ayrıştırıcı değil birleştirici bir rol üstleniyoruz. Nasıl Bosna-Hersek’te varsak aynı zamanda Sırbistan’da da varız, Makedonya’da da varız. Bizim için halkların bir arada yaşadığı, kendi ülkemizden gösterileceğimiz güzel bir örnek var İstanbul, bütün Türkiye. Doğusuyla batısıyla bir arada yaşamak kültürü asırlardır var. Çoğu zaman engel olarak Balkanlar'da bu ayrı yaşadığımız dönemlerde, ders kitaplarından tutun da sivil toplum hareketlerine kadar, özellikle Osmanlı aleyhinde bir propaganda, hep bir Türk düşmanlığı propagandası yapılmış. Biz de durumun hiç de böyle olmadığını gösteriyoruz ki onlarda zaten yapılan yardım ve katkılarda bunu hissediyorlar ve onun içinde en çok ziyaret edilen, en çok uğranılan merkezler hâline geldi Yunus Emre Enstitüleri. Bir anlamda bizim büyükelçiliklerimizin dışında sivil olarak uğrayabilecekleri ikinci bir yer olan Yunus Emre Enstitüleri, Türkiye ile irtibatlı iş yapabilecekleri merkezler hâline dönüştü.
FERİDUN ERDOĞRAL: Yurt dışındaki muadil enstitülere göre Yunus Emre Enstitüsü neden geç kuruldu?
ŞEREF ATEŞ: Ekonomik durum ve özellikle ülkenin tarihleriyle barışması, Cumhuriyet döneminde zorlu yıllar yaşanması... İkinci Dünya Savaşı'na katılmadık ancak bütün yük ülkemiz üzerindeydi. Savaşa katılmadığımız hâlde Marshall yardımları Türkiye'ye de verildi. Marshall yardımları da kültürel diplomaside çok önemli bir etkendir. Kültürel diplomasinin en büyük örneklerinden biridir. Türkiye'de o dönemlerde hiç ihtiyaç olmadığı hâlde süt tozu dağıtıldı. Margarin vs. tanıtıldı Türkiye'de. Böylelikle aslında Batılıların kültür endüstrisi, Türkiye'nin bir pazar hâline dönüşmesine katkı sağladı aslında. Şu anda dünyada kültür endüstrisi dediğimiz bir olay var. Belki de yıllık bütçesi 600-700 milyar dolar olan bir endüstri. Bu belki otomotiv sektöründen çok daha önemli, belki diğer sektörler arasında en önemlilerden biri. Kendi içinde de katma değeri olan bir sektör. Bu sektörün ana üreticisi genellikle Batı ya da Amerika'dır. Böylelikle telif hakları vasıtasıyla bütün dünyaya dağıtılır. Kimse bunu çoğaltamaz. Bütün bu konserler, sanat etkinliklerinin böyle ticari bir boyutu da vardır. Onun için Türkiye hep ilgilenilen olmuştur. İkinci aşamada da tabii ki hep üstü örtülü bir şekilde aslında onlara yakınlık hissedersiniz.
Türkiye son 10 yılda kendisini toparladı, kendi kimliğiyle yeniden barıştı ve içindeki sorunları çözmeye başladı. Daha önceden sağ-sol, laik-İslamcı gibi tanımlamalarla toplum sürekli gerdirilirken, birbirlerine karşı düşmanlaştırılırken ve düşman üretirken artık son yıllarda kendisiyle barışık, geçmişiyle barışık ve geleceğine emin adımlarla ilerleyen bir ülke konumuna dönüştük. Bu da doğal olarak dünyaya anlatabileceğimiz bir hikâye olduğunu gösteriyor. Bir başarı hikâyesi, Türkiye modeli...
FERİDUN ERDOĞRAL: Faaliyetlerinizi sürdürürken ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz?
ŞEREF ATEŞ: Uluslararası medyanın Türkiye aleyhinde ürettiği bir propaganda var. Sürekli önyargılarla karşılaşıyoruz. Ama biz adeta kültür diplomatı ya da kültür elçisi şeklinde yetişen o genç kadrolarımız yurt dışına giderek, insanlarla bire bir görüşerek ve inadına etkinlikler yaparak propaganda konularının gerçekte çok farklı olduğunu gösteriyorlar. Biz doğru yolda olduğumuzu biliyoruz. Türk milleti olarak da yurt dışında iyi temsil edilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yunus Emre Enstitüsü de bulunduğu ülkelerde Türkiye'yi, Türk kültürünü temsil ediyor ve Türkiye'yi gerçek ve doğru kaynaklardan tanıtıyor.
FERİDUN ERDOĞRAL: Bundan sonra neler yapılabilir?
ŞEREF ATEŞ: Bizim öncü kuruluşlarımız TİKA ve benzeri kuruluşlardır. Hep ihtiyacı olan ülkelere gitmek zorunda kaldılar. Afrika'ya, Balkanlar'a, Uzak Doğu'ya; hep darda kalan yerlere biz yardım götürmüşüz. Tabii ki yardım götürdükten sonra bu aletleri kullanma, bu hastaneleri kullanma, bu okulları kullanma anlamında Yunus Emre Enstitüsü ikinci etabı gerçekleştiriyor. Yani oraya götürdüğümüz yardımdan sonra Türkiye ile irtibatlı nesiller yetişsin ve oradaki artı değerler Türkiye'ye taşınsın, Türkiye'de eğitim görsünler ve kendi ülkelerinin refahına katkıda bulunsunlar istiyoruz. Bu anlamda Batılı ülkelerin hiç gitmediği Somali gibi ülkelere biz gidiyoruz, Balkan köylerine biz gidiyoruz. Çünkü oradaki insanların ihtiyaçları var. Pakistan, Afganistan gibi zor olan ülkelere gidiyoruz. Oradaki insanların ihtiyaçları var ise biz ayrım yapamayız. Batı'da da varız ama öncelikle ihtiyacı olan ülkelere gidiyoruz. Bir ülkenin Dışişleri Bakanlığıyla görüştüğümüzde Somali'ye neden gittiğimizi sordu ve Somali'nin daha da karışacağını söyledi. İster siyah olsun ister beyaz, bizim için insan çok önemli. Bir insanı yaşatmak bütün insanlığı yaşatmak gibidir. Dolayısıyla orada ihtiyaç varsa biz oraya da gideriz. Bu anlamda Batılılardan bir farkımız var.
FERİDUN ERDOĞRAL: Yabancılara Türkçe öğretimi konusunda ne gibi faaliyetler yürütülüyor?
ŞEREF ATEŞ: Yabancılara Türkçe öğretimi Türkiye’de yeni olan bir alan ve Yunus Emre Enstitüsü olarak bu konuda çok yoğun faaliyetlerimiz var. Daha interaktif daha aktif bir Türkçe kullanımını gerçekleştirebilmek için bilimsel bir çalışma ile Avrupa standartlarında, dünya stantlarında öğretim malzemeleri üretiyoruz. Gönderdiğimiz hocalara önce yabancılara Türkçe eğitimi konusunda bir sertifika eğitimine tabii tutuyoruz. Bu sertifika eğitiminde sadece öğretim teknikleri değil aynı zamanda kültürel intibak nasıl olur, başka kültürlerle iletişim nasıl kurulur gibi konularda eğitime tabii tutuyoruz. Onun dışında da tabi ki bizim malzemelerimiz özellikle görsel, işitsel malzemeler, zenginleştirilmiş kitaplar, akıllı tahtalar gibi bütün bunların hepsi aslında dil kültürünün taşıyıcısı olduğu için bir dili öğrettiğiniz mekânda önemli. Bu mekânlar çok modern, donanımlı alt yapılı mekanlar. Bu konuda da dünyada Türkçenin daha yaygın bir şekilde öğrenilmesi için bir altyapı oluşturduk ve çok da verimli olduğu kanaatindeyim.
FERİDUN ERDOĞRAL: YEE Balkan coğrafyasında 10 bölgede mevcut ama bunların içerisinde Yunanistan ve Bulgaristan yok. Bunun sebebi nedir?
ŞEREF ATEŞ: Yunanistan'da bir kültür merkezi kurmak için diplomatik girişimlerimiz var. Bulgaristan için de yine aynı şekilde yıllardır devam eden bir talebimiz var. İnşallah biz etkinlik bazlı Bulgaristan'da varız ama bir Enstitü açamadık çünkü bir Enstitünün açılabilmesi için ya kültürel anlaşmaya gidilmesi gerekiyor ya da diğer yol olan vakıf-dernek şeklinde bir yol seçmek gerekir. O da şu anda mümkün değil ama iki ülkede de kısa zamanda açmak istiyoruz.
FERİDUN ERDOĞRAL: Kültürel Diplomasi Akademisi size bağlı bir kurum ve faaliyetlere başladı. Bununla ilgili kısa bir bilgi alalım.
ŞEREF ATEŞ: Kültürel Diplomasi Akademisi aslında bizim geleneğimizde olan bir şey. Fakat bunun bilimsel tarzda, aktif bir şekilde yeniden hayata geçirdik. Alana giden, başka bir ülkeye giden elçimiz, kültürel diplomatımız nasıl olmalı hakkında bir eğitim veriyoruz. Kültürel Diplomasi Akademisi’nin ilk faaliyeti Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Nabi Avcı'nın katılımıyla İstanbul’da gerçekleşti. Burada nasıl bir kişiliğe sahip olmaktan tutun nasıl davranılması gerektiğine, nelerden kaçınmak gerektiğinden neler yapmak gerektiğine kadar bütün bu eğitimlerin verildiği, teorik ve pratik analizlerin yapıldığı akademi. İlk etapta biz kendi çalışanlarımız için açtık ama ikinci etapta özellikle başka ihtiyaç duyan diğer sivil toplum kuruluşlarına ya da devletin kamu kurumlarındaki personel için böyle çalışma toplantıları yapacağız.